Karşı olanlar Gökalp’i eleştirmek için; “Ne olacak, Durkheim’in ülkemizdeki takipçisi” derlerdi. İzzeddin Şadan hocamız da sosyal dertlerimizin bir türlü çözümlenmemesini Gökalp’a bağlar, hatta “Durkheim Fransa’da millet muarızı olarak tenkit edilmiş, sürülmüş, bizim mütefekkirimiz de onun fikirleriyle milliyetçilik yaptı.” tarzında yakınırdı. Bu ve diğer söylenenlerde hakikat payı bulunmakla beraber Gökalp’in bilim hayatımızda bazı öncelikleri bulunduğunu inkar edemeyiz.

Comte’nin açtığı çığır içinde yetişen Durkheim’in, bazı konularda yararlandığı üstadını bütünüyle takip ettiğini söylemek yanlıştır. Durkheim’e göre modern hayat işbölümüne dayanır; fakat bunun toplumda parçalanmaya sebep olabileceğini görmüş, doğuracağı sonuçları “Sosyal İşbölümü” adlı eserinde ele almış, maziden kopuşun nasıl bir felaket olduğunun idrakine varmış, “İntihar” kitabını yazmıştır. “Din Hayatının İptidai Şekilleri” adlı çalışmasında dinin sosyal birliği sağlayan esas müessese olduğu fikrine varmıştır. Herhalde eserin adından dolayı, yanlış anlaşılmalara sebep olmuş, dine karşı bir tavrı bulunduğu zannedilmiştir. Durkheim’in önemli tarafı fertlerle cemiyetin, yani parça ile bütünün izah edilemeyeceğini öne sürmesidir; bir başka söyleyişle önemli olan kolektif şuurdur; fert, payına düşeni ondan alır. Tanımadığımız bir insanın, milliyetini genellikle tahmin etmemiz bize Durkheim’in görüşüne hak verdirir.

Gökalp’in Durkheim’den aldığı yöntemdir; neyin neye sebebiyet verdiği, hangi problemlerin nasıl çözümleneceğine dair ölçülerdir. Durkheim’in yaşadığı cemiyetle, kendisinin yaşadığı cemiyetin farklı olduğunun Gökalp şuurundadır. Sosyal bilimler bizatihi amaç değildir; toplumun hizmetinde kullanılacak araçtır. Yapılan araştırmalarla varılan sonuçlar, cemiyette etkili olacağı için önemlidir. Osmanlı’nın en dramatik döneminde yaşayan Gökalp, devleti nasıl dağılma sürecinden kurtarabileceğimize dair düşünceler geliştirdi. Hüseyinzade Ali Bey’den esinlenerek, “Türkleşmek, İslamlaşmak, muasırlaşmak” şeklinde formüle ettiği bu kavramların onun anladığı anlamda içini doldurabilseydik, bugünkü sıkıntıları çekmez, çok daha iç açıcı bir yerde olurduk.

Osmanlı’nın son maarif nazırlarından Emrullah Efendi’nin yardımıyla 1914’te Gökalp, Darülfünun’da sosyoloji ve metafizik kürsülerini kurdu. Din bir milletin ruhu ve hayatıdır; metafiziksiz kültür, sanat, şahsiyet, dolayısıyla millet olmaz. Bunu bildiği için sosyoloji ile metafiziği birbirinden ayrı düşünmedi.

Malta’daki sürgünden dönen Gökalp memleketi olan Diyarbakır’da çıkardığı “Küçük Mecmua”da sosyal felsefeye dair makaleler yazıyordu. Cumhuriyet hükümeti onu Ankara’ya davet etti; 1923 yılında “Türkçülüğün Esasları” adlı eserini yayımladı; bir yıl sonra da öldü. Siyaset, fikirlerin icra mevkiidir; ama önce fikir olacak ki icra mevkiinde bulunanlar onu uygulayabilsinler. Gökalp bu açığı kapatabilmek için ömrünü verdi; ne çare ki onu okumuyor, “Türkçü” olarak yaftalayıp geçiyoruz. Matematik, fizik, kimya gibi bilimler beynelmileldir; sosyal bilimler ise milletlerin ve dinlerin damgasını taşırlar; bunun için yerli fikir olmadan toplumun dertlerine çare bulmak mümkün değildir.

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1047354&title=sosyoloji-ilmimizin-gelismesi